Yaptığım işin çok fazla bir yüzdesi dinlemek. Ağırlıklı kısmı ise soru sormak. Mesleğim gereği ben de bu sıralar, çok fazla kaçış, uzaklaşma, bir başka şeye dönüşme veya bir başka şeye dönüşmeme, yeni bir hayata başlama, başka bir yerde deneme hikayeleri ile karşılaşıyorum.
Bunun sebepleri hakkında çok fazla şey yazabilirim ancak en başta ülkenin hali ve genel ruh yapısı, kişilerin bu duruma verdiği tepkilerin bütünü ve sonucunda da köklü bir değişimi tetiklemeye yetecek kadar şikayet, endişe ve bunalım…
Buna itiraz edebilirsiniz. Çünkü bahsettiğim kişiler çoğunluk değil. Fakat hiç bu kadar da çoğalmamışlardı. Zaten dikkat çekmek istediğim nokta da tam olarak bu.
Geçenlerde seyrettiğim bir dizide çaresizliğe tepki olarak oyuncunun söylediği müthiş bir sözü aklıma kazıdım. Seçeneklerin adaletsizliği hakkında şikayet etmeye başladığında karşısındaki kişi kendisine şöyle dedi:
Var olmak, adil olmayan seçeneklere rağmen hayatta kalmaktır.
Eğer kurban psikolojisine bir kere dahi bürünecek olursanız, varlık seviyeniz sadece “var oluşunuz” ile ilgili olacaktır. Fakat yaşadığınızı hak ettiğinizi anlamaya başlar ve sadece bu yaşamın size verilecek en büyük hediye olduğunu kavrarsanız; varlık seviyeniz hayatta olmaktan zevk duymaya doğru yükselecektir.
Şartlar ne olursa olsun, ruh halinizin basit bir seçimden kaynaklanan sonuç olduğunu aklınızdan çıkartmayın. Hepimizin birbirine ve coşku üreten umut dolu bireylere ihtiyacımız var. İhtiyacımız olan en son şey, karamsar, şikayet ve bahane üreten zayıf, gelişmemiş, gelişememiş, yetişkin görünümlü çocuklar.
Tam bu noktada, Wimbledon’ı kazanan ilk siyahi kişi Arthur Ashe’yi anmak lazım.
Kendisi şampiyonluğun ardından bir dizi rahatsızlık geçirmiş ve bu sırada gerçekleşen kan nakilleri sırasında yakalandığı AIDS hastalığı nedeniyle oldukça zor zamanlar geçirmeye başlamıştı.
Hastalığın ilerleyen evrelerinde Arthur, sevenlerinin gözü önünde adeta bir mum gibi erirken dayanılmaz ağrılarlada uğraşmak zorunda kalıyordu.
Gerçekleştirdiği son röportajlarından birinde gazetecinin kendisine yönelttiği “Tanrı böylesine kötü bir hastalık için neden seni seçti?” sorusuna şu yanıtı vermiştir:
“Tüm Dünya’da 50 Milyon çocuk tenis oynamaya başlar, 5 milyonu tenis oynamayı öğrenir, 500 bini profesyonel tenisçi olur, 50 bini yarışlara girer, 4’ü yarı finale, 2’si finale kalır. Elimde şampiyonluk kupasını tuttuğum zaman Tanrıya; ‘Neden ben?’ diye hiç sormadım. Şimdi sancı çekerken bu soruyu nasıl sorarım?”
Elbetteki hayatın hüzünlü ve kederli zamanları olacak. Fakat her yağmurdan sonra güneşin açması baki.
Yaşam bir umut değil. Bir umutla yaşamak esas. Yoksa kalp çarpar bir gün daha kalırsınız hayatta.
Kime ne yarar?
Sevgiler,
ArdaÖS
Profesyonel Koç / Konuşmacı