Bu mücadelenin kazananı çok açıktır. Buna inanmak size garip gelebilir, çünkü: Zafer; aylakların!
Buna inanmak zor olabilir ancak yazıyı okumayı bitirdiğinizde, hayatınızda köklü değişiklikler yapmasanız bile, çok ama çok fazla şeyi -şu an yaptığınız veya planladığınız- gözden geçireceğinize emin olabilirsiniz…
Meseleyi doğru anlamamız için, bizi zorlamayacak şekilde bir kaç nöroloji terimi kullanmamız gerekiyor. Bunlardan ilki, Dinamik Ağ Yapısı (DSN: Dynamic State Network) ve diğeri ise Dinlenme/Nefeslenme/Uyuma Düzeni Ağ Yapısı (RSN: Resting State Network). DSN; Zihnimizin günlük aktiviteleri sırasında, düşüncelerimizi organize eden nöronların oluşturdukları ağ yapısı. Örneğin; saatin kaç olduğunun sizin için neden önemli olduğu, haftanın hangi gününde olduğumuz veya öğle yemeğinde üzerine leke yapacak şekilde minik bir parça da olsa yemek dökülen kıyafetinize bütün gün aklınızın neden takıldığı ile ilgili düzenlemer. Diğeri ise, yani RSN; zihninizin boş zamanlarda veya herhangi bir amacınız yokmuş gibi gözüken anlardaki organize olma şekli. Örneğin; uyurken, şekerleme yapıyorken veya gün içinde aylaklık halindeyken…
“Zaman Yönetimi” üzerine o kadar çok yazıldı, çizildi, dillendirildi, kişiler eğitildi vs. ki, sadece Google’da arama sonucu (Türkçe) 62.500.000. Diğer taraftan; aylaklık yazdığınızda ise (Türkçe) 47.900 arama sonucu çıkıyor.
Demek ki, aylaklık dediğimizde ne anlamamız gerekiyor biraz açmamız lazım.
Aylaklık: Günün herhangi bir anınıda, belirli bir programa göre hareket etmediğiniz ve gerçekten hiç bir şey yapmadığınız veyahut da meşgul olmadığınız anlar yaratıp, zihninizi özgür bırakmanızdır.
Burada hemen aylaklık ve tembelliği birbirinden ayırmalıyız.
Tembellik (The Hub of Default Network); sonsuz gibi gözüken bir amaçsızlık koridorunda gidip gelmektir. Aylaklık: Amaçsızlığı anlamlandırmak için sonsuz bir ihtimal yelpazesine zihninizi açmak ve hayal kurmaktır.
Açıklamaya çalıştığımız konu üzerinde, tartışmasız en önemli otorite olan Andrew Smart’tan sıklıkla yararlanacağız.
Zihnimizin sınırları vardır. Sınırları zorlayan herkes çok iyi bilir ki, zihnen yorgun olmak fiziken yorgun olmaya hiç benzemez. Kaslarınız, siz dinlenirken rahatlar ve kendini toplar. En aşırı fiziksel yorgunluk ve izleri 24 saat içerisinde ya kaybolur ya da izleri silinir. Fakat aynı şey ve düzelme süreleri zihinsel yorgunluk için söz konusu bile değildir!
Ayrıca benim bahsetmeye çalıştığım şey; zihnin sınırlarını zorlamak ilgili de değil.
Ben,
►Zihni gün içerisinde sürekli dolu olan,
►Zihnini, yaptığı her aktivitenin bir plan ve amaç doğrultusunda gerçekleşmesi yönünde ►zorlayan,
►Amacı olmayan aralıkları zaman israfı olarak gören,
►Planlanmamış şekilde doğan zaman aralıklarına karşı da sıfır tahammül gösteren kişilerden bahsediyorum.
Yukarıda bahsettiğim profilin, günümüz iş dünyasının dar açılı yönetici bakışına ne kadar benzediği çok şaşırtıcı bir tesadüf değil mi?
Zihnimizin kullandığı programın altyapısında ‘belirsizlik’ dediğimiz bir ana yazılım mevcuttur. Bu doğanın kendisidir. Dolayısıyla, ne kadar ileriyi görmeye çalışırsanız ve ne kadar keskin köşeli planlar yapmaya kalışırsanız, kesinlikten o kadar uzaklaşırsınız. Burada herhangi bir istisna söz konusu değildir.
Aynı zamanda zihnimiz, bizim kavrayamadığımız ama anlamaya çalıştığımız bir çalışma tarzına sahiptir; zaman gibi lineer yani doğrusal bir çalışma tarzına sahip değildir. Doğrusal sistemlerde sürpriz yoktur. Tıpkı kalorifer peteklerinize taktığınız termostatlar gibi. Odayı 22 derece sıcaklıkta tutmak için girdiyi sadece 22 derecelik bir çıktı olacak şekilde dengeler. Ve siz de bilirsiniz ki, o termostat, ona ulaşan sıcaklık ne olursa olsun, çıktıyı 22 derece olacak şekilde sabitlenmiştir. Ama zihinlerimiz böyle çalışmaz.
En ufak bir girdinin bile zihnimizde ne gibi bir etkileşimi tetikleyeceğini hayal dahi edemezsiniz.
Eğer buna çok basit bir örnek vermem gerekirse; yere düşen bir elmayı gözlemleyerek, bu basit olayın tetiklediği zincirleme reaksiyon sonucu evrenin çalışma prensiplerini ortaya koyan bağıntı bulunmadı mı? Dahası da var!
Çok çalışmak, günü yoğun şekilde geçirmek ve aylaklık etmemek, insan doğamıza aykırı. Psikoloji dediğimizde, Freud, ne kadar büyük bir isim ise, ekonomi dediğimizde de Adam Smith en az o kadar önemlidir. Kendisi bu konuyu şöyle açıklar;
“Zihinsel ve bedensel yoğun bir çalışma sonrası insanda dinlemek için inanılmaz bir arzu doğar. Bu arzu, bir nedenle bastırılmamışsa, buna karşı koymak imkansızdır. Bu doğanın çağrısıdır. Eğer buna razı olunmazsa, sonuçları genellikle tehlikeli hatta bazen ölümcüldür. Eğer efendiler, insanlığın ve aklın emirlerine kulak verseydi, çalışanlarını sürekli işe koşturmak yerine, omuzlarındaki yükü hafifletmeye çalışırdı.”
Nöroloji bilimi ilerledikçe, bizden çok önce bulunmuş fakat önemi bir türlü doğru şekilde açıklanamamış bir önermeyi. yaşamlarımızın merkezine doğru yerleştirmeye koyuldu; öneri şu ki; aylaklık, artık bir ihtiyaçtan çok daha fazlası.
Bizler, DSN’yi zorladıkça, kendimizin farkındalığı ve kimliğimiz hakkında ciddi çelişkiler yaratacak durumlar var ediyoruz.
Zamanı belirli bir planda ve yoğun bir şekilde değerlendirme çabası, zihninizin, sizin kim olduğunuz, neden böyle davrandığınız ve bunun sizin gerçek amaçlarınızla ne kadar örtüştüğü gibi fikirleri sorgulamaya yarayan kısmını devre dışı bırakmaktadır.
Not: Şimdi, yaşam standartlarınızı yükseltmeye geçen hizmet endüstrisinin (danışmanlar, mentorlar, koçlar, yoga…) zamanı yönetmenize yardımcı olacağını iddia eden özel eğitimciler, meditasyon vs. gibi bir endüstrinin neden şaha kalktığı zannederim size de daha anlamlı gelmeye başladı.
Yaratıcılığı tetikleyen bütünsel düşünme prensibi, yoğun bir çalışma gününde, işlemez durumdadır. Bunu, benzini çok az olan bir araç ile uzun bir yolculuk planlamaya benzetebilirsiniz. Saçma ve ötesidir. Gene de bunu yapmaktan kendimizi alıkoyamıyoruz, garip.
Zihnimizin Parietal Korteks ‘üstbiliş’ dediğimiz kısmı sizin kendinizi bilmenizi sağlar. Bir kedi, kedi olduğunun farkında mıdır? Sahip olduğumuz kişilikler bu temsillere dayanır. Dışarıdan tetiklenen görevler, planlar, öncelikler vs. sırasında -ister inanın ister inanmayın- parietal korteksin etkinliği azalmaktadır. Büsbütün kimlik kaybına giden bir yoldan bahsettiğimi anlamışsınızdır.
Tekrar ediyorum. Aylaklık, günümüzde bir ihtiyacın ötesine geçmiştir. Artık, kaçınılmaz bir gerekliliktir. LinkedIn CEO’su Jeff Weiner, bir gününü planlarken, ne yapacağını bilmediğini hatta bir şey yapmamak için kullandığı iki saati -hemde blok şeklinde- boş bıraktığını aktarıyor. Koç Holding’in yöneticilerinin, Rahmetli Vehbi Koç’tan aldıkları en büyük miras öğlen uykusudur.
Yetişkinler için aylaklık, boş durmak, bir çeşit lanet, işe yaramazlığın en büyük göstergesidir. Oysa çocuklar….onlar için ise durum tam tersi. Çocuk eğitiminde, Finlandiya bir devrim yaratmıştır. Çok basit bir anlatımla; ders saatlerini azaltıp, aylaklıkla öğrenme saatlerini çoğaltarak. Amerika’daki uzman eğitimcilerin bir çoğu, bugün hala Finlandiya’yı incelemekte ve sonuçları hayretle ülkelerine raporlamaktalar. Çocuklar olağanüstü başarı kaydetmektedir. Örneğin haftalık sekiz saat süren matematik dersi, sınıf içi iki saate indirgenmiş. Geri kalan altı saat hem dışarıda hem de sayılar ve işlemleri doğada inceleyerek geçiriyorlar. Verimlilik mi? %100’ün üzerinde. Yani çocuklar, bir matematik sınavında sadece kendilerine sorulmuş olan sorulara cevap vermiyorlar, çok daha fazlasına yanıt bulabiliyorlar! Doğal olarak yanıt ürettikleri soruları da kendileri üretmiş oluyor.
Eğer siz onu doğru şekilde beslerseniz, RSN, anlamsız gibi görünen bilgiler arasındaki ilişkileri kurmak için, en ilginç bağlantıları sizin farkındalık ağınıza rahatlıkla yerleştirecektir.
Buradan, aylaklığın gerçek bir erdem ve hemen geçiş yapılması gereken bir ihtiyaç gibi bir şey olduğu fikrinin çıkmasını istemiyorum. Fakat görünen o ki, çok yoğun yaşıyoruz ve aylaklık etmiyoruz. Zaman yönetimi, kesin planlar gibi saçmalıklardan kendimizi azad etmemiz gerekiyor. Ben, amacı olan anlamlı bir yaşantı için, amaçlar doğrultusunda hareket etmek ne kadar lazımsa, onu da aylaklıkla dengelemenin hepimiz için hayati olduğunu vurgulamak istiyorum.
Son söz; asrın dehası, Bertrand Russel’dan geliyor;
“Bütün ciddiyetimle söylemek isterim ki pek çok kötülük, çalışmanın erdemine inanan modern dünyada yapılıyor, oysa mutluluk ve başarıya giden yol çalışmanın sistemli bir şekilde azaltılmasında yatar.”
Not: Bu perşembe çıkması gereken yazının bugüne sarkması biraz değil, gurur duyabileceğimiz kadar aylaklıktan kaynaklanmaktadır. Özür dilemek şöyle dursun, sizin de ara sıra bunu denemenizi can-ı gönülden arzu etmekteyiz.*
*İzinleri ile; bu yazının burada yayıma geçmesini sağlayan tüm değerli arkadaşlarım adına.
Son gülen aylaklardır!*
Yararlanılan ve Tavsiye edilen kaynaklar; Andrew Smart / Oto Pilot / Nail Kitabevi* Bertrand Russel / Aylaklığa Övgü
Hayatınızda görüp görebileceğiniz en aylak adamlardan biri olan ve benim de bir motorsikletçi olarak hayranlıkla takip ettiğim Alex Chacon ile veda ediyorum…
Arda ÖS