İlişkilerimizde kopukluk olmasına rağmen, işlerimizde kopukluk olsun istemeyiz. Oysa, değişmez kanun der ki; ilişkilerinde kopukluk varsa, hayatında (dolayısıyla işinde de) bütünlük elde edemezsin.
Artık, yarı kurumsal ya da tam kurumsal (artık nasıl oluyorsa…) işletmelerde çalışanların yakalarında isimlik taşıdığı dikkatinizi çekmiştir. Aslında çekmiş olduğunu ümit ederim. Sizce neden kendi yakalarına isimliklerini takıyorlar.
Bir kafa yoralım bakalım;
-O derece unutkanlar ki, ayanaya her baktıklarında isimlerini hatırlamaları gerekiyor.
-Çalıştıkları işyerinde hiç kimse birbirinin ismini aklında tutamıyor ve sebep bu.
-Karşınızdaki kişiye ismi ile hitap etmenin ne kadar önemli olduğunu biliyorlar. Ve bu nedenle, onlara isimleri ile hitap etmemizi istiyorlar.
Eğer bu isimlik işine daha dikkatlice bakacak olursak, hizmet endüstrisinin bu kuralı istisnasız uyguladığını rahatlıkla görebilirsiniz.
Bu yakaya takılan isimliklerin iyi tarafı, karşı tarafa ismi ile hitap etme şansını size sunması…Peki ne karşılığında?
Acaba isminizi öğrenebilir miyim?
Yukarıdaki soruyu sormamak karşılığında yakadaki isimliğimi takıyorum. Bak burada işte, yakamda, çok dikkatlice bakmana gerek yok…yazıyor işte orada.
İsimliklere de, arabamızdaki dikiz aynalarına yaptığımız muameleyi yapıyoruz. Kullanmıyoruz!
Yemek siparişimizi verip geçiyoruz. Paramızı yatırıp, modumuza göre tebessümü bağışlamayı uygun görüyor veya hiç bir şey olmamış gibi oradan uzaklaşıyoruz. Mağazaların girişinde bize “Hoşgeldiniz” diye seslenen güvenlik görevlisine uzaylıymışçasına davranıyoruz. Bir çoğu zorunda olmasa, hiç bir şey söylememeyi tercih edecek.
Bizler, birbirimizden, birbirimiz nedeniyle uzaklaşıyoruz. Farkında mısınız bilemiyorum ama son günlerde seyrettiğim haberler bana, sosyal bir hayvan olduğumuzu değil, hayvanlaşmanın da ötesine geçip, zombileştiğimizi gösteriyor.
Eğer bizi hayvanlardan ayıran tek fark, düşünüyor olduğumuz gerçeği ise, çok fena kandırılmışız ve her kim bize bunu yutturduysa… Tahmin etiğimizden daha nadir aklımıza başvuruyormuşuz demek oluyor tüm olan biten.
Son zamanlarda olanlar karşısında herkes kendince bir şeyler yapmaya çabalamalı. Hepimizin bir olduğunu anlamak için illa da başımıza bir felaket gelmesi gerekmiyor.
Benim tavsiyem;
“-Merhaba. İyi günler diliyorum. Benim ismim Arda. Sizin isminizi öğrenebilir miyim?”
Bunu hem kendiniz deneyin, hem de beraber çalıştığınız kişilere öğretin ve hemen bu sabahtan itibaren uygulamasını isteyin.
Şu saçma klişenin içini dolduralım artık. Hoşgeldiniz, size nasıl yardımcı olabilirim…değil de;
-Hoşgeldiniz, Ben Arda, isminizi öğrenebilir miyim? -Hoşbulduk, Fulya ben.
-Fulya Hanım, size nasıl yardımcı olabilirim!
Dünyanın iletişim konusunda en etkili eğitmenlerinden biri olan Dale Carnagie’nin (1888-1955) şimdiye kadar yazdığı onlarca kitap, verdiği yüzlerce seminerde, işaret ettiği ilkeleri, kendisinin Altın Kitap diye andığı küçük, 8-10 sayfalık bir kitapçıkta toplamıştır. Bu ilkeler 150 yıldır değişmediği gibi, öğretiler de 26 ülkedeki akademiler vasıtasıyla, iletişim konusunda profesyonelleşmek isteyen kişilere hizmet vermektedir.
Dale Carnagie’nin Altın Kitabında görebileceğiniz gibi en önemli ilk 10 ilkesinden biri;
“-Kullanılan dil ne olursa olsun, en önemli ve kulağa en tatlı gelen kelime kişinin kendi ismidir.” der.
Ulu Önder Atatürk’ün; “Vatanını en çok seven, görevini en iyi şekilde yerine getirendir.” sözü… aklımızda kalmasın. Hayata geçsin. Başka yolu da yok!
Sevgiler, Arda ÖS